ORTADOĞUDA DİNE YAKLAŞIM

                 Düşünsel panaromaya kısa bir giriş

    Gerilere gitmek. Daha da gerilere. Görünenin bilinenin ardına. Orada şimdiyi görmek olasıdan da öte bir gerçek. Her şeyin bir öncesi vardır. Öncesizlik yada sonrasızlık bütün zamanlarda insanın kafasını kurcalamıştır. Doga kendi felsefesinde yaşamını idame ederken insansoyu kendisine ait felsefeler yaratmakla meşgul olmuştur.

    Doğanın ki ile insan felsefeleri arasında bağlaşık yada kopuk yanlar iç içe gelişmiştir. Öyle de olacaktır. Felsefik bakış açısı yaşama hem damgasını vururken hem de yaşamın biçimlenmesinde yada monotonlaşmasında belirleyicilik üstlenmiştir.

    Yaşam sorgulandıkça sorgulamanın yollarını kapatmanın formülleri veya yasaları da kültürel zihniyetin kalıplarına kazındırılmaya tabi kılınmıştır. Başlangıçta ki her merak arayış ve sorgulamayı getirir. Ulaşılan sonuçlar yaşamla kıyaslanmaya çalışılır. Tam da bu nokta da zihinsel alışılmışlığın katılaşan yanları yada henüz kesinliğe uğramamış yargıları devreye girer. Bu da beraberinde yeni tutumlar yada benimseyip benimsememeyi devreye koyar. Bir başka deyişle red kabul diye denklemlenen mantık açısı bu belirlenime yön verir. Red ve kabul ölçülerinin niteliği algılama veya uygulamada aktif belirleyicidir. Biraz daha açarsak algılama ve uygulama aynı zamanda sahip olunan zihniyet düzeyi ile zihniyeti kavrama düzeyini ele verir. Yani bir zihniyete sahip olmak o zihniyetin içeriğini tümden kavramışlık anlamına gelmez. Aynı şekil de kavrayış düzeyide zihniyetin kendi formülasyonlarını, kalıplarını uygulama becerisini de açığa çıkarır. Orada kendisini sınar.

 Yaşama dair arayışlar sadece bununla sınırlı kalmaz. Bir zaman sonra ölüm denen olguda kendisince merakları uyandırır. Arayışlarla bilgilenmeler karşılıklı gider. Çeşitli tanımlara ulaşılır. Yaşam ile ölüme anlamlar yüklenilir. Yaşamlar biçimlendirilir. Kurallar oluşturulur. Değişir yada değiştirilir. Öylesince kalmaz.

     Yaşam değişimleri yaşadıkça sahip olunan zihniyette kendisini esnetmeye veya değiştirmeye kalkışır. Belki de tersinden de kendisini alabildiğince dayatır. Artık zihniyet kaotik bir sürece girmiştir. Yaşamda eski ile yeni arasında gelenek ile gerçeklik bir çatışımı yaşar. Fetişist ve fanatik eğilimler tam da burada kendilerini yaratıp konumlandırır. Yada aksinden ılımlı prağmatik yaklaşımlar süreci kendisince yorumlamaya ve bir biçimiyle enteğrasyona yatar. Uç ve ara olarak boy veren bu yaklaşımlar gerçekte statükonun devresel misyonlarıdır. Yeni ise tamda karşılarında olmaktadır. Ne var ki yaşam gerçekliği ile zihniyet arasındaki devinimle ilişki ve çatışmalar orantılı gelişmez. Zaman denen gerçeklik her birinde farklıca yansır. Yaşamla zihniyetin değişimle dönüşümü zamanla yarışır. Zaman ele geçirilmeye yada değerlendirilmeye çalışılır. Ağır işleyen bir diyalektiğin varlığı görülür. Esas olan doğasal olan da budur. Öncekiler kendisinden bir şeyler katmanın direnişindedir. Şimdiki alıp başını gitmek istemektedir. Ve her iki aktivite sonra/yarın üzerinde etkinlik kurmanın  çelişkisindedir. Gelecek ise yerinde durmayıp bu çelişkinin yatağında adım adım ilerlemektedir. Hem de durdurulamaz gerçeklikte.

    Yaşam düşünsel katında kendisin korudukça veya değiştirdikçe uygulama ile gerçekleşme biçimlerden geçer. Kazanılan  veya kaybedilen saha da burası olmaktadır. Temel  çatışma buradan kaynağını alır. Ötesi ise onun uygulama yansımalarıdır. Yaşama yüklenim temelde buradan güç almaktadır. Zihniyet zorlandıkça daralmalar, büzülmeler, kararsızlıklar veya kontrolsuz çıkışlar gündemleşir. Şiddete yönelen eğilimler bir biçimiyle kendisini savunmaktadır. Ya zihniyet kendisini yaratma uğraşındadır yada kendisini dayatmaktadır. Artık dünya bu çatışmanın dayanılmaz gürültüsüne sahne olmaktadır. Her şeye rağmen zaman denen olgu yinede başattır. Ona kendisini katan kendisini veren bir şeyler bahşedenler yaşayacaktır. Katamayanlar ise zamanın kıyısında kalmış olacaklardır. Tüm engelleyişler eninde sonunda yaşamın doğal felsefesine katılmak zorunda kalacaklardır.

        Ortadoğuda dinsel düşünce

    Büyük semavi dinlerin ortadoğu kökenliliği bilinir. Günümüzdeki toplumsal çelişki ve çatışmaların derinliğine çözümünde ortadoğu gerçekliği anahtardır. Düşünsel toplumsal çıkışların neredeyse köken olarak ağırlıklı bölümü buradan mayalanır.

    Dinlerin ortadoğuda insanlığın gelişim tarihine yön verişlerini tespit etmek günümüz sorunlarının çözümüne bir adım erkenden ulaşmak anlamındadır. Ancak bu konuda oldukça aşırı güncel bakış yada eleştirisizlik gibi yaklaşımların karşılıklı iki uç gibi duruşu, analizlerin bilimselliğini engelliyor. Sorun dinlerin iyilik yada kötülük gibi ikilemli mantıkla ele alınmamasını gerektiriyor. Deyim yerindeyse taraflar ortaya çıkmıştır. Temelinde her iki bakışında bir red ekseninde mantık yürüttüğüdür. Güncelde yaşanan kaos ve keskin çatışmalar kaynağını buradan alıyor. Bir diğer yaklaşımda ne iyi ne kötü değil diyen ve hem soruna hemde çözümüne ilişkin bilimsel veri geliştirmeyen deyim yerindeyse beyinsel olarak bilimsel alıklığı yaşayanıdır. Bir başka polemik argümanı da iyi yanlarıda var kötü yanları da var denilenidir. Öncelikli olarak bu mantık denkleminin eleştirilmesidir. Buradan eleştiri geliştirilmeden soruna ilişkin tartışma yada eleştirinin şimdiye kadar süregelen kısır döngü ve anlamama geleneğine düşüleceğidir.

    Dinler başlangıcında arkaik köleliğe karşı bir direnişi içererek gelişmiştir. Bu yanıyla komünal yaşam değerlerinin hem etkisinde hemde onu arkasına aldığından binlerce yıllık komunal birikimle beslenip büyümüş orta doğu halk gerçekliği içinde kendisine taban bulabilmiştir. Bu yanıyla halksal özellikleri içinde barındırır. Öte yandan kent kökenli oluşu ara kesimlerin düşünsel arayışlarını temsil edişinden halk ve iktidara yakın bir yerde konumlanışına yol açmıştır. Öyledir  ki peygambersel çıkışların kervıancı, göçebe, tüccar kesimlerin yoğunlaştığı yerlerde ve kesimlerde geliştiğidir. Bu yanıyla dinler temelde hiyerarşilerle çelişik düşmediler. Aksine kısmı çatışmalar olsada sonuçta kısa sürede paydalar yakalamada gecikmediler.

   Zaten tanrı-devlet ikileminin birbirine yakınlığı yada yakınlaştırılması politik bir tercih yada taktik olmayıp ideolojik yapısındandır.

   Orta sınıf ideolojik çalışması diye belirleyebileceğimiz bu paradiğmal oluşumların ayrıntılara değin yaşamın her alanına ilişkin formülasyonları geliştirdiği görülür.

   Dikkat edilirse günümüzde bile ılımlı islam diye tanımlanmaya çalışılan eğilimin orta sınıfların yoğunlaştığı yerlerde zemin bulduğudur. Bu kesimler sadece ılımlaştırmayı değil aynı zamanda fanatikleştirmeyi de beslemektedir. Deyim yerindeyse fanatik grupların varlığı onlar için bir emniyet subabı yada politika yapma da kullandıkları bir araçtır. Elbette sadece ara sınıfların değil daha büyük mali güçlerin-büyük arap şeyhleri vb.-ellerinde kullandıkları bir kozdur. Kendi mali gelişimlerini bunlar üzerinden hem garantileme hem de yürütmede değerlendirmekteler. Toplum üzerinde kurulan geniş etkinliğin dayanakları bu açıdan oldukça derindir. Bir yandan maddi kaynaklar üzerinde bir anlamıyla atasal miras sahibi öte yandan da halkın inançlarına hitap edişleri hem siyasal hem sosyal hemde ideolojik hakimiyetlerini pekiştirmekte avantajlar sağlamaktadır. Böylesine çok yönlü bir denetim ve iktidar olanağına ulaşmış bu güçlerin kolayca siyasal sahneden silinmelerini beklemek gerçekçi olmuyor. Yada işin burasından yola çıkıp siyaset yapmaya kalkışmak pek sonuç vermiyor. İdelolojik yüklenimle ilerleme sağlanmadıkça pratik düzlemdeki verilerden yola çıkılarak mücadele olgusunu işlevlendirme kazandırmıyor. Aksine suni ve provakatif yaklaşımların kendilerini konuşturabilecekleri zeminler veriliyor. Nitekim yaşananlara bakıldığında böyle geliştiği görülüyor. Bir başka engelde ideolojik mücadele adına bilimsel verilerden uzak tamamıyla politize edilmiş argümanlarla sıcak tartışmaların yürütülmesinin pek yarar getirmediğidir.

    Bütün bunlar dinsel eğilimin güçlülüğünü gösteren sonuçlara götürürken temelde yürütülmesi gereken mücadeleninde verilmeyişine yol açıyor. Aslında farklı görüşlere sahip olunsa da aynı mantık denklemiyle ele alındığı sürece ikna edici ve çözümleyicilik gelişmeyip aksine her an patlak verebilecek katliamların bile gelişmesine neden olabiliyor.

    Bir başka önemli nokta da din sosyolojsinin göz ardı edilişi ve her zaman her yerde yapılagelen alışkanlıkla siyasal düzlemin sıkça kullanılarak sorunu çözme girişimlerinin sonuçsuzluğudur.

    Din sorununa yaklaşım da sosyolojik-tarihsel-toplumsal eksenlerde bütünlük içinde bakılmanın zorunluluğunun görülmesi gerekir. Şimdiye kadar yapılamayan da buydu.

    Tevrat bir anlamıyla insanlığın teolojik anlatımı olduğunu tespit edip görmedikçe sorun kısır döngüden çıkamaz. Zaten aynı yaklaşımın mitolojiler içinde geçerliliği vardır. Yine kuran ı kerim içinde böyledir. Kendi güncelinde bir tarih-toplum çözümlemesidir. Katılsakta katılmasak da böyledir.

    Asıl önemli olan konuya gelince,

    Binlerce yıldır aynı ideolojiyle yatıp kalkan dua eden yaşamını düzenleyen, yarının tasarlayan ortadoğu insanına ‘din bir şey değil dir’ demek ‘seni öldüreceğim’ demeye geliyor. Doğaldır ki kendisini savunur. Hemde ölesiye, öldüresiye.

    Gericiliktir demekde öyle. Dikkat edilirse aşırı politizasyon, onun uslup, yöntem ve araçları fazlaca kullanıldığından çözümsüzlükten öte gidemiyor. Güncelde yaşanan kaos ve çatışmaların kökeninde orta doğu da gericileşen ve bir türlü yeni ideolojik açılım yapamayan ve halk tarafından oldu olası öncü lider görülen sınıfların kendi çıkarlarını koruma adına her türlü öldürücülüğü din kimliğiyle yapmaları, yaptırmaları görülüyor. Bu anlamda batı sistemiyle çelişkide dinsel temaların öne çıkarılışı gerçekliği gizlemeye çalışmadır. Somutta bilinip görüldüğü gibi bölgedeki özgürlükçü tüm çıkışların bastırılmasında batı tarafından büyük destekler aldıklarıdır. Bir zamanlar yeşil kuşak bir kalkan iken şimdi kırmız çizgiyle tanımlanmaya çalışılmasının altındaki karşılıklı hilenin açığa çıkarılması gerekir.

    Batı için kurtarıcı yeşiller şimdi tehlikeli kuşak diye listeleniyor. Aynı şekil de emperyal sistemle kızılları yok etme adına girilen içli dışlı ittifak ve dostlukların izahı yapılabilmelidir. Din savaşları diye tanımlamaya çalışılan mevcut durum tam bir suni zorlamadır. Çünkü temelde ki çelişki din üzerinden gelişmemektedir.

    İşin kilit noktası din değildi. Olmadı. Olmayacakta. Yine maskelerin düşürülmesi isteniyorsa bu düzlemden tartışma yerine korkulanın ne olduğunu tarihsel kökeninden tutup güncelleştirilmesine çalışmaktır.

    Dün yeşil kuşak ile batı dünyası arasında kurulan ittifakın nedenleri henüz ortadan kalkmış değildir. Tutulması gereken önemli halka budur.

    Güncelden kısa bir geriye dönüp bakarsak, her ne kadar arkaik köleliğe karşı daha yumuşak katlanılabilir bir sistem geliştirmek isteyen dinlerin gerçekte hiyerarşizmle çelişmeyip onun farklı bir biçimini kurdukları açıktır. Ne var ki sistem kendini kurumlaştırır kurumlaştırmaz yapılan en önemli ayetler, fetvalar, içtihatlar komünal değerlerin bin dereden su getirilerek engellenmesine, yasaklanmasına çalışılmanın aslında stratejik bir ideolojik yaklaşım olduğu ortaya çıktı.

     Kölelik biçim değişimine uğratılmıştı. Özellikle bunu kadın gerçeğinde görmek daha somut oluyor. Tekleşme ve bireycileşme özünü korumuştu. Sonra giderek farklı zeminlerde kendisini biçimlendirerek günümüz dünyasının sistemine ön ayak olmuştu. Batı dünyasına Hiristiyan alemi diye tanıtımının altındaki tarihsellik buydu. Gelinen noktada ne islam aleminin nede hiristiyan aleminin dinsel çelişkisi yoktur. Zaten bunu kanıtlayacak dinsel tek bir ayet bile bulunamaz. Kuran da bile isa nın ve hiristiyanlığın yeri oldukça kutsal ve sahip çıkılan konumdadır. Yine musa içinde öyle.  Bunu red etmek farklı yerlere çekmek yüce allahın peygamberlerini ve dinlerini tartıştırmak anlamına geliyor. Ki zaten kutsal kitaplara bakıldığında hem peygamberlerin hem de dinlerin tanrı tarafından gönderilişinin, getirilişinin nedeninde kulların inkarcı yaklaşımlarından kaynaklanmıştır. Tanrı katında dinler değil. Kullar vardır. Peygamberler aracıdır. Hiristiyana küfr etmekle islama küfretmek Allah katında aynıdır. Fakat görülen o ki Allah katında insandan onun kullarından beklenenler değilde aracılık sıfatı Allah tarafından verilmeyenlerce hadisler, fetvalar, kişisel görüşler öne çıkarılıyor. Buna dinsel termonoloji de küfre girmek, münafıklık yapmak deniyor.

 Tarikatların dayandığı tek bir ayet yoktur. Tek bir Allah kelamı yoktur. Oysa ortadoğuda dinden ziyade tarikatların ağırlığı geliştiriliyor. Tarikatçılığın gelişim tarihlerine de bakmak gerekir. Hangi dönemin ürünleridirler. En çok ilişkilendikleri kim ve kimler olmuş, olmaktadır. Mezhep ve tarikatlar aslında islam dininin çözülüşüdür. Yeniden yorumlanışıdır. Güncelleştirilmesidir. O zaman dinin ele alınıp değerlendirilmesinde içtihat yolunu kapatanların öncelikle tarikatları görmesi gerekmiyor mu? En çok ta içtihat yolunu kullananlar da bu kesimler oluyor. Kuran da peygamberlerin insanlara hükmetmek için gönderilmediği aksine allahın kelamlarını ayetlerini aktarmakla yükümlendikleri büyük bir uyarı uslubuyla aktarılıyor. İnanan inanır. İnanmayanı cezalandırmak gücü allaha aittir. Yani Allah peygamberlere bile kendisiyle kulları arasına aracı olmaktan öteye bir rol kabul etmiyor. Oysa insanlar Allah adına öldürülüyor. Veren Allah ruhu alacak yine Allah olmasına rağmen kimileri kendileri azrail meleğin yerine kendisini koyuyor. Tıpkı musanın kavminden kısa bir süre ayrılmasıyla tunçtan ve altından buzağıya tapmaya çalışması gibi dinden bir sapmanın yaşandığını saptırıldığını kanıtlamak güç değil. Dinden sapılmış adıyla yapılanların yaptıkları musa kavminin yaptıklarından farklı değil. Bu kadar mezhep ve tarikatların varlığı muhammedin yokluğunda yaşanan sapmanın ta kendisidir.

    Dinin güncelde inkara sapmadan doğruca yorumlanıp hakkının verilmesinin koşulları vardır. Bunun sosyolojik ve tarihsel dayanaklarının bilimsel verilerle ve gerçeklere uygun yapılması orta doğu halk gerçekliğinin yaşadığı sorunlara çözmede yardımcı olacaktır.

   Aslında binlerce yıldır arayışı yapılagelen halkın komünal yaşam değerleriyle ayakta kaldığı ve onu özgün konumda tuttuğu özgürlük hayallerinin gerçekleşimini yapacak ideolojik bir çıkıştan yoksun kalışı dayanılmaz kaos koşullarını yarattı. Mevcut ortadoğu gericileşen sınıfları yeni bir ideolojik çıkışı yapacak kudrette değildirler. Zaten pek ihtiyaçlarıda buna yok. Batı dünyasının kendi yargılarını ölçülerini bir kurtarıcı gibi halkların özgürlük taleplerini karşılayacağını beklemekte mevcuk sistemi anlamamak olmakta.

    Temel çelişki dinler arası değildir.

    Komunal yaşam ekseni ile bireyci yaşam ekseni arasındadır.

     Bütün dinlerin ve farklı sistemlerin dayatmalarına rağmen başta kürt halkı olmak üzere ortadoğu halklarının özgürleşme istemlerinin kökenini iyi görmek gerekir. Özgürlük eğiliminin altında yatan gerçek binlerce yıllık hasretlenilen ve hala da kendi yaşam damarlarını kılcal da olsa sürdüren komünal yaşam kültürü ve geleneklerinin yeniden soluk almasıdır. Yaşanan sıkıntılar kimi zenginlerin dinsel sevap adına yapacakları cömertliklerle aşılamaz. Zaten cömertlik kavramı bireyci mülkiyetin devamını sağlayan bir taktik olmaktan öte değildir. Bireyci özel mülkiyetçiliği koruyan ona dokunmayan bir hayır/sevap formulasyonudur. Tıpkı zengin ülkelerin yoksul ülkelere sadaka misali yaptıkları yardımlara benzer.

    Semavi dinler hiçbir zaman özel mülkiyetle çelişmedi. Onu koruma ve meşru kılmanın teorisi adına türlü meseller üretti. Zaten yapamazdı da. Dayandığı sınıfsal karakter bunu aşamazdı. Yardımseverlik komunal yaklaşıma hep alternatif yapıldı. Her ne kadar Allah katında herkes kul ise de yaşamda kulların kulları sistemi derinleştirildi. Bu sadece sosyo-ekonomik değil kültürel ve siyasal açılardanda zenginleştirildi.

    Din sosyolojisi ara kesimlerin palazlanmasına en yatkınıdır. Yoksullar her zaman çilenin zenginleridir. Gelecekleri Öbür Dünyaya tapulanmıştır. Zenginleri ise işledikleri sevap ve yardımlarla hem bu dünyanın hemde öte dünyanın zenginleridir. Bunu aşacak tek bir dinsel formülasyon yoktur. Mevcut hiçbir tarikat yada mezhep buna izah getirecek güçte değildir. 

      Günümüzde yaşanılan kaotik durumun altında mülkiyet dünyasının kendi ailesel sorunlarının/çıkarlarının çatışımı söz konusudur. Halkların bundan tek bir çıkarı yoktur. Görülecektir ki en fedai insanlar yoksulların zemininden çıkmaktadır. Tek bir sultan-şeyh çocuğu kendisini gidip patlatmamıştır. Çünkü onlara biçilen misyon halef/selef hazırlığıdır.   Yine görülecektir ki günümüz tarih, sosyoloji ve hümanizma anlayışları dinsel düşünsel denklemin bir versiyonu olmaktan öte gidememiştir. Çatıştırılan fanatizmin arkasında büyük ve ara boy kesim ve güçlerin varlığıdır. Gerçekte bu kesimlerin tercihi de fanatik eğilimlerin inanç boyutu değildir. O kadar bağlılıkları olamaz. Aşırı siyasallaştırılan bir dinsel eğilim tartışması ve dayatmasıdır yapılagelen. Dikkatle izlendiğinde içerisinde büyük zaafiyetleri barındırmaktadır. Müthiş bir çözülme sendromu yaşanmaktadır. Keskinleşme buradan kışkırtılmaktadır. Politize tartışmaların dinin reformasyonuna katkısı olamaz. Dinsel hizipleşmenin izahını yapacak tek bir alim veya tanrısal buyruk yoktur. Yine sosyolojik duruşun nasıllığını çözümünü geliştirecek somut hükümler bulunmaz.

    Orta doğuda halklar özgürlük istemlerinin dile geleceği ideolojik açılımları içten içe beklemektedir. Mevcut durumda çaresizliğin kadercilikle tahrik edilişinden dinsel fanatizmaların yada eğilimlerin tabanı olmaktan kurtulamıyor. Fark ettiği an özgürlügüne her şeyini yatırmaya yatkındır. Bu kadar şiddet ortamının tabanı olan bu olgunun kendisi olmak için yapmayacağı bir şey yoktur. Sorun bunun bilimsel görülüşü ve yaklaşımının derinleştirilmesidir. Dikkat edilirse şeyhlerin ve örgütlerin ardından gidildiği kadar allahın buyurduğu kuralların ardından gitmemektedir. İşler sadece vaciplerle yürütülmektedir. Zaten vacip dinsel eğilimlerin en çok kullandıkları argümandır. Bunun görülmesi de önemlidir.

    Aşırı şiddet aşırı bir özgürlük istemini de içerir.

    Şiddet bir zaman sonra tüm taraflara da dönebilir.

    Dinsel bir arayıştan öte özgürlük arayışının henüz kestirilememesi durumu yaşanmaktadır. 2006